14.sayı - Flipbook - Page 37
BİLİMSEL DERLEME
Son otuz yılda moleküler hematoloji alanındaki gelişmeler, lösemi ve lenfomaların erken tanı
ve tedavisinde önemli ilerlemeler sağlamıştır. Bu hızlı ilerlemenin arkasında yoğun araştırmalar
ve ciddi laboratuvar çalışmaları bulunmaktadır. Özellikle antikor teknolojisindeki gelişmeler,
tanı sürecine büyük katkılar sağlamış, ancak tedavi konusundaki etkileri daha da büyük
olmuştur. Tümörlerin normal dokularda olmayan ve kendilerine özgü yüzey belirteçlerine sahip
olduğunun saptanması, başlangıçta tanı açısından büyük önem taşımış, ancak bu belirteçlerin
tümör hücrelerinin yaşamı için kritik olduğunun anlaşılması, bu belirteçlere yönelik tedavilerin
gelişimini beraberinde getirmiştir.
Moleküler hematolojinin tedavi alanına en büyük katkısı, “hedefe yönelik tedaviler”
olmuştur. İmmünomodülatör ve monoklonal antikor tedavileri gibi yeni ve etkili tedavilerin
klinik uygulamalara girmesi, bu tedavilerin takibini ve farklı tedavi stratejilerinin etkinliğini
karşılaştırmak için daha hassas ölçümlere ihtiyaç doğurmuştur.
Günümüzde, lösemi tedavisi sonrası nüksün en önemli nedeni, morfolojik olarak
saptanamayacak kadar düşük sayıda blastik hücre varlığı anlamına gelen Minimal Rezidüel
Hastalık (MRD) olarak görülmektedir. Bu nedenle MRD ölçümü, hastalığın nüks riskini
belirlemede, tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde giderek daha önemli hale gelmektedir.
MRD pozitifliği, hastalığın nüks riskinin yüksek olduğunu gösterirken, MRD negatifliği daha
az agresif tedavi stratejilerine geçiş imkanı sunar. Bu nedenle, yüksek duyarlılığa sahip ve
standardize edilmiş farklı yöntemlerin kullanılması, en etkili tedavi yöntemini belirlemede
büyük önem taşır.
Next Generation Flow Sitometri (NGF) ve Next Generation Sequencing (NGS) ile MRD
ölçümü en etkili teknolojiler arasında yer almakta ve hastaların tedavi yönetimini optimize
etmektedir. Bu yöntemler kullanılarak yapılan ileriye dönük çalışmalarda MRD negatifliği
ile toplam sağ kalım süresi ve progresyonsuz yaşama süresi arasında güçlü ve kesin bir ilişki
olduğu gösterilmiştir.
Son otuz yılda moleküler hematolojide
kaydedilen bu yol göz önüne
alındığında, gelecekte kanserin
moleküler mekanizmalarının daha
da aydınlatılmasıyla yeni hedeflerin
belirlenmesi ve bu hedeflere uygun
ajanların geliştirilmesiyle kişiye özgü tedavi
imkanı artacaktır.